Beşparmak Düşünce Grubu, gelinen noktada Kıbrıs Türk tarafının gelişmeleri iyi okuması ve önceliğinin KKTC’nin devamıyla Kıbrıs Türk halkının hayat kalitesinin iyileştirilmesi olması gerektiğini belirtti. 
Beşparmak Düşünce Grubu, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimleri arifesinde, Kıbrıs sorunu ile ilgili değerlendirmede bulundu. 
KKTC’ye güç kazandıracak etkenlerin başında; iyi yönetişim, güçlü ekonomi, toplumsal bütünlük ve özgüven, etkin bir tanıtım altyapısı ve güçlü bir uluslararası müttefik ağının geldiği kaydedilen açıklamada, “Bunun, toplumsal belleği besleyecek bir eğitim sistemi ile bizi dünyaya tanıtacak kültürel, sanatsal, yazınsal, bilimsel yaratıcılığı özendirip teşvik edecek sosyokültürel politikalarla desteklenmesi gerekmektedir” denildi.
Açıklamada, bu hedefin gerçekleştirilebilmesi için Cumhurbaşkanlığı, hükümet ve Türkiye Cumhuriyeti'nin yeni ortak bir yol haritası ve eylem planı üzerinde çalışıp bunu kararlılıkla hayata geçirmesinin elzem olduğu ifade edildi. 
Beşparmak Düşünce Grubu açıklamasında, “Rum tarafıyla ortak bir yapı yerine kurumsal işbirliği ve koordinasyona dayalı bir ilişki mekanizması geliştirmenin daha uygun olacağını düşünmekteyiz” denildi.
“MEGALİ İDEA İDEOLOJİSİ HALA CANLI”
Çok uzun yıllardır Kıbrıslı Rum ile Yunan yetkililerin Kıbrıs’ta, Ege’de ve şimdi de Doğu Akdeniz’deki eylemlerinin 1820’lerin yayılmacı Megali İdea ideolojisinin hala ne kadar canlı olduğunu, hatta giderek daha da kanıksandığını gösterdiği kaydedildi. 
Açıklamada şu ifadeler kullanıldı: 
“Bu Kıbrıs sorununda Türk tarafının karşı karşıya olduğu muhatap ve tehdidin Kıbrıs Rum tarafı ile sınırlı olmayıp esasında Helenizm’in hegemonyacı ve yayılmacı Megali İdea ideolojisi olduğunun teyididir. 
Kronikleşen bu tehdit, 1977’den beri yürütülen siyasi eşitliğe dayalı iki toplumlu ve iki kesimli federal bir ortaklık çerçevesinde yetki ve refah paylaşımı hedefiyle taban tabana zıttır ve 43 yıldır bu amaca yönelik yürütülen müzakerelerden zaten bu nedenle sonuç alınamamıştır. Bu hakimiyetçi zihniyet, öngörülen federal ortaklıkta taraflar arasında ortaklığı bir arada tutacak güçlü ortak çıkarlar, karşılıklı saygı ve güven ile karşılıklı bağımlılığın oluşmasını da engellemiştir. 
Kaldı ki federalizm uzmanlarına göre Kıbrıs’ta olduğu gibi nüfus ve ekonomik güç asimetrisi bulunan iki uluslu federal ortaklıkların sürdürülebilirliği imkansızdır.”
“DENGELERİ KORUMAKTAN UZAK”
Açıklamada, Kıbrıs Türk tarafının dirençli duruşu ve garantör Türkiye’nin kararlı girişimleri karşısında Kıbrıs Rum/Yunan tarafının şiddet yolu ile başaramadıkları hegemonyacı hedeflerini, tek yanlı AB üyeliği ve deniz yetki alanlarındaki gibi oldu bittiler ve müzakere süreci üzerinden gerçekleştirmeye çalıştığı belirtildi. 
Kıbrıs Rum/Yunan tarafının uluslararası anlaşmalar hilafına Fransa ve İsrail başta olmak üzere geliştirmeye çalıştığı askeri ittifaklarla sorunu bambaşka mecralara sürüklediği kaydedildi. 
Açıklamada, Türk tarafının bir uzlaşı sağlamak için esneklik göstererek iyi niyetle angaje olduğu müzakereler sonucunda bugün masada ortaya çıkan parametre ve yakınlaşmaların, gerçek eşitlik zemininde ikili bir federal ortaklığı değil, Rum tarafına ortaklık organlarında karar alma ve ortaklığın temsiliyeti dahil birçok alanda üstünlük verir nitelikte olduğu savunuldu. 
“Müzakerelerin Crans-Montana’da bırakıldığı nokta itibariyle, bu parametre ve yakınlaşmalar, gerçek bir federal ortaklıktan ziyade sahte bir federal ortaklığın masada olduğunu göstermektedir” denilen açıklamada,  şu ifadelere yer verildi: 
“Bütün bunlar masadaki sözde çözüm düzenlemelerinin özelde Kıbrıs Türk tarafının meşru ve yaşamsal hak ve sürdürülebilir çıkarlarını karşılayamayacağını, genelde ise Anavatanımız Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgemizin gerçekleri ile bölge istikrarının gerektirdiği dengeleri korumaktan uzak olduğunu ortaya koymaktadır. 
Bu gerçekler ortada iken, federal ortaklık modelinin hala tek seçenek olarak görülmesini dogmatik ve müzakere tekniği açısından sakıncalı buluyor, bunun kabul edilemez statükonun devamına hizmet ettiğini ve Türk tarafına zaman kaybettirdiğini düşünüyoruz. Bu nedenlerle müzakerelerin bırakıldığı yerden devamını çok sakıncalı buluyor, bundan sonra Rum tarafı ile işbirliğinin iki egemen Devlet zemininde olması gerektiğinin altını çizmek istiyoruz.”
“KKTC’NİN DEVAMI…KIBRIS TÜRK HALKININ HAYAT KALİTESİ İYİLEŞTİRİLMELİ”
Açıklamada, gelinen noktada Kıbrıs Türk tarafının gelişmeleri iyi okuması ve önceliğinin KKTC’nin devamıyla Kıbrıs Türk halkının hayat kalitesinin iyileştirilmesi olması gerektiği kaydedildi. 
KKTC’ye güç kazandıracak etkenlerin başında; iyi yönetişim, güçlü ekonomi, toplumsal bütünlük ve özgüven, etkin bir tanıtım altyapısı ve güçlü bir uluslararası müttefik ağının geldiği belirtilen açıklamada, “Bunun, toplumsal belleği besleyecek bir eğitim sistemi ile bizi dünyaya tanıtacak kültürel, sanatsal, yazınsal, bilimsel yaratıcılığı özendirip teşvik edecek sosyokültürel politikalarla desteklenmesi gerekmektedir” denildi. 
“RUM TARAFIYLA ORTAK YAPI YERİNE KURUMSAL İŞBİRLİĞİ”
Bu hedefin gerçekleştirilebilmesi için Cumhurbaşkanlığı, hükümet ve Türkiye Cumhuriyeti'nin yeni ortak bir yol haritası ve eylem planı üzerinde çalışıp bunu kararlılıkla hayata geçirmesinin elzem olduğu kaydedilen açıklamada, şu ifadeler kullanıldı: 
“Diğer yandan, Kıbrıs Adası'nı Rum komşularımızla paylaştığımız ve birçok ortak sorunda/konuda işbirliği yapmamız gerekeceğini de göz önünde bulundurarak Rum tarafıyla ortak bir yapı yerine kurumsal işbirliği ve koordinasyona dayalı bir ilişki mekanizması geliştirmenin daha uygun olacağını düşünmekteyiz. Bunun da Rum tarafında lafta değil uygulamada bir zihniyet değişikliği olması halinde mümkün olabileceğini, Kıbrıs Türk tarafının hidrokarbon konusundaki işbirliği teklifinin bunun için bir fırsat kapısı oluşturduğunu, Doğu Akdeniz’de Rum ve Yunan taraflarının tek yanlılığı devam ettiği sürece Kıbrıs’ta iki taraf arasında anlamlı bir işbirliğinin mümkün olmayacağını belirtmek istiyoruz. 
Daha önce de ifade edildiği gibi bütün bunların gerçekleştirilebilmesi için KKTC’nin Anavatan Türkiye ile ortak yeni ve kapsamlı bir Kıbrıs politikası oluşturmasının gerekli olduğunun, bu çerçevede her alanda işbirliğinin daha da geliştirilerek Türk askeri varlığının ve güvencelerinin devamının yaşamsal önem arz ettiğinin altını çizmek istiyoruz.”