Gazeteci-Yazar Süleyman Ergüçlü, sosyal medya hesabından duygusal bir paylaşım yaptı.

İletisinde, Kara Yusuf lakaplı babası Yusuf Salih'in 56.ölüm yıldönümü olduğunu ifade eden Ergüçlü, ölüm haberini aldığı anı ve duygularını anlattı.

Ergüçlü, şunları yazdı:

"Bugün, babam Kara Yusuf'un (Yusuf Salih) ölümünün 56'ncı yılı... O 47 yaşında öldüğünde, ben 9 yaşındaydım... 47 yaşında ölümünün 47'nci yıldönümünde, Babalar Günü'nde bir yazı yazmıştım... Bugün yine paylaşmak istedim...

"Yarın babalar günü... Seni hatırladım... Hoş, hiç aklımdan çıkmıyorsun ya... Zaten aklımdan çıkacak olsan da birisi çıkıp mutlaka bana “ma sen Kara Yusuf’un oğlu değil min?” diye sorar...

Farkındasın değil mi? Bu yıl ölümünün üstünden tam 47 yıl geçmiş oluyor... Tesadüfe bak, öldüğünde de 47 yaşındaydın... Ben de 9... Birlir misin, o günden sonra “baba” sözcüğünü hiç, ama hiç kullanmadım, kullanamadım...

Öldüğün günü hatırlıyor musun? Ağustos sıcağı dağı taşı yakıyordu... Saat 15.00 gibi... 18 Ağustos 1963... Pazar... Dokuzuncu yaşımı doldurmama 8 gün kalmıştı... Polisin arkasındaki, Polis Sokak’taki evimizdeyiz... Sen evde bazı tadilatlar yapıyordun... Bir şeyler yıkıyor, bir şeyler yapıyordun...

Beni pasta almaya gönderdiler... Hisar’ın üstündeki Plümer’in apartmanının altındaki tatlıcı Altan’a... O sıcağın içinde, söylene söylene gittim...

Tatlıcı Altan’dan alacağımı aldıktan sonra, tam çıkmak üzereyken, bir ambulans, Ledra Palace’ın önünden geldi, Foto Diana’nın yanından Hisar’ın üstüne çıktı ve önümüzden geçerek, Lefkoşa’nın ara sokaklarına daldı...

Yanımdaki arkadaşımla birlikte, “hadi ambulansı takip edelim” diyerek, Kanlı Mescit’in oradan inip, Udçu Salahi ustanın dükkanının önünden koşarak geçtik... Ve bizim eve vardık...

Bizim ev kalabalık... Ambulans bizim evin önünde duruyor... Evin önündeki kalabalığın arasında şaşkın bir şekilde duruyorum... Elimdeki pastalar ne oldu bilmiyorum...

Ve evden bir sedye çıkıyor... İçinde sen hareketsiz yatıyorsun... Sana koşmak istiyorum... Bırakmıyorlar... Seni ambulansa koyup götürüyorlar... Çocuklardan biri bana sesleniyor: “Baban öldü”... İnanmıyorum...

Bu arada Özkan Gülok geliyor... “Hocam, geç kalıyoruz... Takım antrenmana iniyor...” gibi bir şeyler geveledikten sonra olayı öğreniyor ve şok yaşıyor...

Evde annem sinir krizleri geçiriyor... Etrafta bir kargaşa... Bana, senin ölmediğin, sadece rahatsızlandığın söyleniyor... Herhalde inanmak istediğim için olacak, inanıyorum...

Yakın arkadaşın Rifat Şener, beni ve iki ablamı alıp kendi evine götürüyor... Şener amca ağlıyor... Herkes ağlıyor...

Bana, senin rahatsızlandığın ve tedavi için İngiltere’ye gönderildiğin söyleniyor... Beni, senin cenazene de götürmüyorlar... Gerçeği kestiriyorum... Ama bu oyunu oynamak istiyorum ve oynuyorum... Ta ki eylül ayında Atatürk İlkokulu’na yazılmak için gittiğimde, kayıtları yapan hoca, yanındaki Hoca’ya “bizim rahmetli Yusuf hocanın oğludur” deyinceye kadar... Ve orada oyun bitiyor... Gerçekle yüz yüze kalıyorum... Ve artık sen yoksun...

Bana çok güzel bir isim, fakat taşınması çok zor yük bıraktın… Öldüğün günden beridir, senin adına yaraşır birisi olmak için çalışıyorum… Hala çalışıyorum… Sana kızgınım… Bizi bu kadar erken bırakıp gittiğin için… Ama seni seviyorum… Seni çok özledim… Babalar günün kutlu olsun…"

Editör: TE Bilisim