Toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine çalışan akademisyen ve aktivistlerden oluşan İki Toplumlu Toplumsal Cinsiyet Danışma Ekibi (GAT) üyesi Prof. Dr. Biran Mertan, asırlardır kadınların erkeklerle aynı hak, güç ve fırsatlara sahip olma mücadelesi verdiğini belirterek, günümüzde kadınlar ile kız çocuklarının “dijital cinsiyet uçurumu” ile de karşı karşıya kaldığını söyledi. 

Birleşmiş Milletler’in (BM) Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün bu yılki temasını "DigitALL: Cinsiyet eşitliği için inovasyon ve teknoloji" olarak belirlediğini söyleyen Mertan, dijital uçurum kapanmadan toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanamayacağını vurguladı ve 2022’de çevrimiçi olan erkek sayısının kadınlardan 259 milyon daha fazla olduğunu aktardı.

Toplumun feminizmi içselleştiremediği değerlendirmesinde bulunan Prof. Dr. Biran Mertan, “feminist” kelimesinin hâlâ küfür veya aşağılama olarak kullanılmasını eleştirdi ve feminizmin tarihsel gelişimi ile tanımlarını anlattı.

Mertan, iklim krizi ile afet riskinin kadınlar ile kız çocukları üzerindeki etkilerinden bahsederek, Kıbrıs kadınları için her türlü güvenlik konusunun acil şekilde ele alınması gerektiğini vurguladı.

Yürüttüğü bir araştırmadan, ataerkil anlayışın ev ve çocukların bakımını kadına yüklediğine ilişkin verileri de paylaşan Mertan, ücretsiz bakım emeği konusunun kadınlar için önemli bir toplumsal cinsiyet eşitsizliği göstergesi olduğuna vurgu yaptı.

-"Kıbrıslı Türk kadınlar baskı altında"

Ülkede antifeminist bakış açılı kadın sayısının arttığını söyleyen Mertan, Kıbrıslı Türk kadınların baskı altında olduğunu ve şu anda kağıt üzerinde olan özgürlük ile haklarının değişmeyeceğinin garantisi olmadığı uyarısında bulundu.

Birleşmiş Milletler tarafından 1977’de kabul edilen “Dünya Emekçi Kadınlar Günü”nde, İki toplumlu Toplumsal Cinsiyet Danışma Ekibi (Gender Advisory Team-GAT) üyesi, Gelişim Psikoloğu Prof. Dr. Biran Mertan, TAK muhabiriyle, feminizm ve toplumsal cinsiyet eşitliğine dair düşüncelerini paylaştı.

Mertan, Batılı bir hareket olarak ortaya çıkan feminizmin her türlü erkek egemenliğini sona erdirmeyi ve dünyada toplumsal cinsiyet eşitliğini oluşturmayı amaçladığını kaydetti.

-“Doğal olarak süreç içerisinde dünya kadınlarının eşitlik konusundaki ihtiyaçları değişmiştir”

Mertan, kadınların 1800’lü yıllardan itibaren feminist bir anlayışla yola çıkarak, erkeğin kadın üzerindeki egemenliğine son verilmesi, ev işlerinden siyasete kadar her alanda kadın ve erkek arasında eşit paylaşım ve hakların sağlanması için çaba gösterdiğini belirtti. 

Feminizmin ilk kez Fransız filozof ve ütopik sosyalist olan Charles Fourier tarafından 1837'de siyasi ve sosyal bir hareket anlamını taşıyan bir kavram olarak ortaya çıktığını ve o dönemlerde daha çok Batılı ülkelerde yurttaşlık haklarına dayalı eşit haklar talep edildiğini anlatan Mertan, “Doğal olarak süreç içerisinde dünya kadınlarının eşitlik konusundaki ihtiyaçları değişmiştir” dedi. 

Tarihsel süreçte dünya kadınlarının ihtiyaçlarına, sosyal, politik, dini ve kültürel bakış açılarına göre feminizmin tanımlandığını belirten Mertan, şöyle konuştu:

“Örneğin, 17. ve 18. yüzyıllarda liberal feminizm ile eşit eğitim hakki, eşit siyasi ve medeni hak, cinsiyete bakılmaksızın tüm yurttaşlar için oy verme ve oy alma hakkı, kadınların mal mülk sahibi olma hakkı gibi konulara odaklanıldı. Öncellikli olarak iş yerinde, eğitimde ve siyasi haklarda eşitlik talep edildi. Günümüze baktığımız zaman, tüm dünya ülkelerindeki kadınlar için bu haklar sağlanmış mı? Üzülerek görüyoruz ki, hâlâ dünyada eğitim hakkı gibi en temel hakka sahip olamayan kız çocukları ve kadınlar vardır. 

Bir başka feminist hareketi olan radikal feminizm, 1960'larda başta New York ve Boston olmak üzere sivil haklar ve savaş karşıtı kampanyalara katılan kadınlar tarafından kurulan, ardından ABD ve Avrupa'nın geri kalanına yayılan bir harekettir. Radikal feministler, ataerkilliğin kadınlara yönelik ayrımcılığın ve baskının ana nedeni olduğu fikrinden yola çıktı. Radikal feministler, ataerkillik ve cinsiyetçiliğin kadınlara yönelik ayrımcılık ve baskının en temel faktörleri olduğunu savunurlar ve ırk, renk, yaş, din, etnik köken, kültür, coğrafi konum, engellilik, ekonomik ve sosyal sınıflar gibi diğer tüm biçimleri göz ardı ettiğini düşünürler.

Radikal feminizm aynı zamanda kadına yönelik cinsel taciz, tecavüz, çocuklara yönelik cinsel saldırı, aile içi şiddet, kadınlara, çocuklara ve savunmasız erkeklere yönelik tacizlerin yaşanmasının nedenini toplumların ataerkillik dolayısıyla erkekler tarafından yönetilmesi ve hükmedilmesinden kaynaklandığına inanır.

Ekofeminizm ise çevresel bozulmayla en açık şekilde ilgilenen feminist harekettir. İki ana bileşen içerir… Ekoloji ve kadınlık. Kadınların içgüdüsel olarak doğayı fark edip sevdiklerine inanır ve ataerkillik altında kadının baskı altına alınması gibi doğaya yönelik saldırganlığa da karşı çıkan bir anlayıştır.

Ekofeminizm savunucuları çevreyi kurtarmanın tek yolunun erkek gücünün kadınlar tarafından yok edilmesinden geçtiğine inanır. Hatta ekofeministler, erkek egemen kültürün cinsiyetçilik, ırkçılık, sınıf sömürüsü ve çevresel yıkım üzerine geliştiğine inanır ve ekolojik denge ile sürdürülebilir kalkınma için insanların ve doğanın uyum içinde yaşaması gerektiğini vurgular.

Liberal feminizm, Marksist feminizm, sosyalist feminizm, radikal feminizm ve ekofeminizm gibi birçok siyasi ideolojinin ortaya çıkmasına neden olan ikinci feminizm dalgası, erkeklerin kadınların özel yaşamlarına yönelik cinsiyetçi tutumlarını protesto etmek için gündeme gelmiştir.

Üçüncü kuşak feminizm olarak da adlandırılan postmodern feminizm ise post-yapısalcılık, postmodernizm ve Fransız feminizminin bir birleşimidir.”

- “İletişim için ortaya çıkan bu yeni olanaklara erişim tüm kadınlar için eşit olamamıştır”

Birleşmiş Milletler’in (BM) Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün bu yılki temasını "DigitALL: Cinsiyet eşitliği için inovasyon ve teknoloji" olarak belirlediğini kaydeden Mertan, bununla kapsayıcı ve dönüştürücü teknoloji ve dijital eğitime duyulan ihtiyacın vurgulanmak istendiğini anlattı.

Dijital devrimin bir taraftan yeni bir feminizm yinelemesinin yolunu açarken, diğer taraftan dijital alanların cinsiyetçilik ve kadın düşmanlığı için bir üreme alanı olabileceğinin de görüldüğünü söyleyen Mertan, dijital devrim öncesinde feminizmin çalışmalarında kullandığı alanlardan bahsetti:

“Birinci dalga feministler çalışmalarında, halka açık toplantılar, konuşmalar ve yazılı bildiriler kullanmışlardır.

KTÖS, soruşturmaların ileri aşamaya taşınmasını talep etti KTÖS, soruşturmaların ileri aşamaya taşınmasını talep etti

1960'ların başından 1980'lerin sonlarına kadar aktif olan ikinci dalga feministler, toplumsal cinsiyet rollerinin bileşenleri ve kadın cinselliği hakkında soruları özellikle kitaplar aracılığıyla paylaştılar. Örneğin, Simone de Beauvoir'ın ‘Kadın doğulmaz, kadın olunur’ kitabı birçok dile çevrilerek slogana dönüşmüştür.

Televizyon 20. yüzyılın ikinci çeyreği için yaygın kullanılan araç haline gelirken, feministler televizyonda görünür olma ve tüm görüş ve çabalarını büyük kitlelerle paylaşma yönünde uğraş göstermişlerdir. 

1990'lı yıllarda başlayan internet çağı, teknolojiye erişimin değiştiği ve medya kullanımının süratle arttığı bir dönemdir. Üçüncü dalga feminizmin de içinde bulunduğu bu dönemde kadınların teknoloji evrimine katkılarından söz edebiliriz. Ancak iletişim için ortaya çıkan bu yeni olanaklara erişim tüm kadınlar için eşit olamamıştır.

Dördüncü dalga feminizm ise kadınların feminist değerlerle medya kullanımındaki payının önemini vurguluyor. Medya, kadınların ortak bir amaç için deneyimlerini paylaştığı, nesiller arası diyaloğun yaşandığı bir platform oluyor.”

-“Dijital yoksulluk…”

Medyanın öneminin arttığı bu dönemde, BM’nin de bu yılki teması altında belirttiği gibi, kadınlar ile kız çocuklarının yeni bir tür yoksullukla karşı karşıya kaldığını aktaran Mertan, bunun “dijital yoksulluk” olarak adlandırıldığını söyledi.

Günümüzde, dijital uçurumun toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yeni yüzü haline geldiğini ve bu uçurum kapanmadan toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanamayacağını ifade eden Mertan, BM’nin bazı verilerini paylaştı.

Buna göre, kadınların akıllı telefon sahibi olma olasılığı erkeklerden yüzde 18 daha azken, internete erişme veya kullanma olasılığı da çok daha düşük… Ayrıca, 2022 yılında çevrimiçi olan erkek sayısı, kadınlardan 259 milyon daha fazla…

Yine BM’ye göre, pek çok ülkede bilim ve teknoloji konularında, kız çocuklarının akademik performansları erkek çocuklarınınkiyle aynı olmasına rağmen, dünya genelinde mühendislik mezunlarının yalnızca yüzde 28'i ve yapay zeka çalışanlarının ise yüzde 22'si kadın… Kadınlar, teknoloji sektöründe daha az pozisyon işgal etmekle de kalmıyor, aynı zamanda cinsiyetler arası yüzde 21'lik bir ücret farkıyla karşı karşıya kalıyor ve yaklaşık yarısı iş yerinde tacize uğruyor…

- “Kıbrıs kadınları için her türlü güvenlik konusu acil şekilde ele alınmalı”

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1325 sayılı “Kadınlar, Barış ve Güvenlik” kararına da değinen Prof. Dr. Biran Mertan, Kıbrıs kadınları için her türlü güvenlik konusunun acil şekilde ele alınması gerektiğini vurguladı. Türkiye’de yaşanan depreme ve iklim krizi ile afet riskinin kadınlar ile kız çocukları üzerindeki etkisine işaret eden Mertan, özellikle kırılgan olan yaşlı, engelli, yoksul ve yalnız anneler gibi kadın gruplarının iklim değişikliği ve afetler karşısındaki dayanıklılıkları ve güvenliklerine yönelik hedefli politikalar geliştirilmesinin önemine vurgu yaptı. Mertan ayrıca, insan yaşamını ve tüketim alışkanlıklarını doğa ile uyumlu ve sürdürülebilir kılmayı hedefleyen “yeşil ekonomi” ve toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı “mor ekonomi” uygulamalarının da bir arada desteklenmesi gerektiğini söyledi.

- "Babaların çocuk bakımıyla ilgili olarak en çok sorumluluk aldıkları iş yüzde 77.4 oranla çocuğu oyalama…"

Prof. Dr. Biran Mertan, Kıbrıslı Türk kadınının konumuna da değindi ve yaşları 12 ile 60 ay arasında değişen toplam  397 çocuğun annelerinden oluşan araştırma grubu ile yaptığı “Kuzey Kıbrıs’ta Süregelen Cinsiyetlendirilmiş Ebeveynlik” başlıklı araştırmasından veriler paylaştı.

Ev dışında ücretli olarak çalışmayan kadınlar gibi ev dışında ücretli çalışan kadınların da ev işleri ve çocukların  bakımından sorumlu tutulduğuna ve ataerkil anlayışın ev ve çocukların bakımını kadına yüklediğine işaret edilen çalışmada, dünyanın birçok yerinde yaşandığı gibi ücretsiz bakım emeği konusu Kıbrıslı Türk kadınları için de önemli bir toplumsal cinsiyet eşitsizliği göstergesi olduğu ortaya kondu.

Çalışmada, araştırmaya katılan annelerden babaların ücretsiz ev içi bakım emeği ve çocuk bakım işlerinde kendilerini ne kadar sorumlu gördüklerini değerlendirmeleri de istendi.

Buna göre, babaların ücretsiz ev işlerinde kendilerini en çok sorumlu gördükleri yüzde 75.1 oranı ile ev tamiratları oldu. Çocuk bakımıyla ilgili olarak ise, en çok sorumluluk aldıkları yüzde 77.4 oranla çocuğu oyalama oldu.

Ancak babaların kendilerini yemek pişirmede yüzde  13.6, toz almada yüzde 5.9, yerleri silmede yüzde 8.2, bulaşık yıkamada yüzde 18.8, çamaşır yıkama/toplamada yüzde 11.2, ütü yapmada yüzde 10.6, süpürge makinesi ile temizlikte yüzde 17.4 oranlarında sorumlu gördüğü söylendi.

-“Kültürel olarak ‘dayatılan’ bir değişim yaşanıyor”

Son olarak Kıbrıslı Türk kadınının toplum içindeki yerine de değinen Prof. Dr. Biran Mertan, yüksek öğrenimli kadın sayısının erkeklere göre daha yüksek olduğunu ve bunun memnuniyet verici olduğunu kaydederek, “Belirli bir kesim iyi yönde gelişiyor ama diğer taraftan da farklı bir zihniyet de gelişiyor” değerlendirmesinde bulundu. 

Ülkede antifeminist bakış açılı kadın sayısının arttığı yönündeki fikrini de ortaya koyan Mertan, “Kadının gelişimine ket vuran zihniyet yerleşti ve şimdi yayılmaya çalışıyor. Önümüzde Afganistan örneği var, İran örneği var. Bu ülkelerle aynı dini ve kültürü paylaştığımız için bunları örnek veriyorum. Feminizmi tam anlamadan, sindirmeden karşımıza kadınlarla ilgili farklı bakış açıları geliyor. Bunun ne anlama geldiğini ciddi şekilde seslendirmemiz gerekiyor ki farklı ülkelerde yaşanan örnekler gibi örnekler yaşamayalım” dedi.

Kıbrıslı Türk kadınların baskı altında olduğunu ve şu anda kağıt üzerinde olan özgürlük ile haklarının “farklı bir ihtiyaç var” talebiyle değişmeyeceğinin garantisi olmadığı uyarısında bulunan Mertan, kültürel olarak “dayatılan” bir değişim yaşandığını söyledi.