Türkiye'de yayın yapan Sözcü Gazetesi yazarı Yılmaz Özdil, bugünki köşesinde hayatını kaybeden Aydın Denktaş'a yer verdi. Özdil'in duygu dolu yazısı şöyle:

Macera filmlerindeki kahramanlar hep uzun boyludur, atletik

yapılıdır, üçgen vücutludur, ateş gibidirler, sert mizaçlı, keskin

bakışlı, yakışıklı adamlardır.

Bizim sahici kahraman Rauf ise, göbekliydi iyi mi… Hatta

obezdi.

Bodurdu. Keldi.

Öyle sert bakışlar filan fırlatmaz, hayata daima kıkır kıkır

gülümseyerek bakardı.

Halbuki, hayatının her saniyesi bizatihi macera filmiydi.

Ateşten gömleği giymiş, kelle koltukta yaşamış, dünyanın en

tehlikeli hadiselerinin içinde yeralmıştı, kod adı Toros'tu.

Hakikaten yüreği Toroslar gibiydi.

Fırtına kasırga, bana mısın demezdi.

Savaş veya casus filmlerinde kalıpları tornadan çıkmış çakma

kahramanları seyrediyoruz. Gel gör ki, atlayıp zıplayanla, uçan

yazılıyor.

Beşparmak Dağları'nda kan gövdeyi götürürken çekilmiş

siyah beyaz bir fotoğrafı var mesela… Belinde kemer gibi

sarılmış mermi şeritleri, elinde hafif makineli, ölümle kalım

arasındaki ince çizgide, sanırsın piknik yapıyor, öylesine rahat,

gülümsüyor.

Rahmetlinin en ilgimi çeken tarafı buydu.

Sıradan görünümlü, sıradışı kahraman.

Mecbur insan.

Ve elbette, bu tür sıradışı kahramanların yanındaki kadınlar da

sıradışı kadınlardır, sıradışı aşklardır.

Evliliklerinde mutlu, huzurlu, sakin bir hayat düşlerler ama,

mecbur insan'a aşık olunca, tehlikeli, ölümcül maceralara

sürüklenirler, mecburen sıradışı bir hayat sürerler.

Rauf'la Aydın'ın aşkı, tıpkı böyle bir aşktı.

Rauf esir düştü bi ara…

Adaya paraşütle atlamıştı.

Yakalandı.

Akıbeti belirsizken, Aydın'a gizlice mektup gönderdi.

“Seni Allah'a, evlatları sana emanet ediyorum, hayat işte, iyi

kötü tesadüflerle dolu, bizimki böyle oldu” dedi.

Aydın ağladı, ağladı, ağladı.

Neyse ki, Rauf o cendereden kurtulmayı başardı.

Hani derler ya ölümlerden ölüm beğen diye, hep öyle oldu,

defalarca ölümden döndü, kafasının üstünden cayır cayır

mermilerin geçtiği de oldu, hemen dibine havan topunun

düştüğü de oldu, en yakın arkadaşları kucağında şehit oldu,

hem Ada'da hem Londra'da suikastlerden kurtuldu.

Aydın hep bu korkularla, bu endişelerle, hep bir kötü haber

alacağım duygusuyla yaşadı.

Çocukluktan beri tanışıyorlardı.

Çocukluktan beri nişanlıydılar.

“12 yaşımdan beri evleneceğimizi biliyordum” diye anlatıyordu

Aydın…

Nikahlandıklarında Rauf 25, kendisi 18 yaşındaydı.

64 sene aynı yastığa baş koydular.

Rauf henüz 1.5 yaşındayken annesini kaybetmişti.

Aydın onun için hem sevgili, hem eş, hem anneydi.

Bir anne ve babanın yaşayabileceği en ağır acıyı, üç defa

yaşadılar.

Kızları Dilek'i henüz üç yaşındayken toprağa verdiler.

Küçük oğulları Münir'i altı yaşındayken kaybettiler.

Büyük oğulları Raif trafik kazasında can verdi.

Kaza mıydı, suikast mıydı, orası bile meçhuldü.

Bir anne ve babanın taşıyabileceği en ağır yükü üç defa

omuzladılar, birbirlerine tutunarak, aşklarına sarılarak ayakta

kaldılar, yeniden evlat sahibi oldular.

“Çocuklarım bensiz büyüdü, bensiz büyüyen çocuklarımın

çocukluk hatıralarını anımsayamadığım için garip bir özlem

içindeyim, ölen çocuklarımızın matemini bile yeterince

tutamadım, küçük oğlumun cenaze törenine bile katılamadım,

ağlamak istedim ağlayamadım, sarılıp öpmek istedim, bunu da

yapamadım, içinde bulunduğumuz durum nedeniyle

duygularımı dışa vuramadım, Kıbrıs meselesi yüzünden

YAZARLAR GÜNDEM HAYAT DÜNYA EKONOMİ DİĞER

03.02.2019 Yılmaz Özdil: Sıradışı bir aşk hikayesi – Sözcü Gazetesi

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/yilmaz-ozdil/siradisi-bir-ask-hikayesi-3372149/?fbclid=IwAR2HCMIqtlCSMYIo-ugbZOj9KW-gcHOvZTXUKwYHL… 4/6

omuzlamak zorunda kaldığım sorumluluklar mı bana mani oldu,

yoksa doğuştan mı böyleydim, bilemiyorum” diyordu Rauf.

Ama şunu biliyordu.

“Türkiye olmadan cennete bile girmem” diyordu!

Böylesine idealist, böylesine adanmış bir yurtseverdi.

Sakin, huzurlu bir hayat düşleyen Aydın…

İşte bu çılgın Türk'le bir ömür geçirdi.

İkbali de gördüler.

İhaneti de.

Hayallerinin yıkıldığı da oldu.

Rüyalarının gerçek olduğu da.

Bazen hüzün.

Bazen sevinç.

İnsana dair her ne varsa…

Fazlasıyla yaşadılar.

Film olsa finalini abartmışlar deriz ama, gerçek…

Son nefesini verirken Aydın'ına şarkı söylüyordu Rauf…

“Sevemez kimse seni, benim sevdiğim kadar, sevgilim sen

olmasan, bu dünya neye yarar” diye mırıldanıyordu.

Böylesine sıradışı bir aşk hikayesiydi.

Rauf'unu kaybettiği gün, hayatında ilk kez ayakta zor

duruyordu Aydın…

Tabutuna sarıldı, “ülkesinden önce, evimin lideriydi” diyebildi.

“Kendimi bildim bileli beraberdik biz, doğduğum günden beri,

elbette hayat devam ediyor ama, bomboş bir hayatta bıraktı

beni.”

Ve dün çile sona erdi.

Yiğit adamın yiğit kadını da gözlerini yumdu.

Güle güle Aydın hanım.

Toros'a selam söyleyin.

Alabildiğine uzanan Akdeniz kumsallarının dinginliğinde,

yeniden el ele tutuşup, belki uzaktan gelen bir gitar tınısıyla,

nihayet huzurla yürüyeceğinizi hayal ederek teselli olacağız.

Sizi asla unutmayacağız.

(SÖZCÜ)

Editör: TE Bilisim